19. Yüzyılın sonlarına doğru resmi olarak başlayan psikoloji çalışmalarının en önemli konularından bir tanesi Tanrı-insan ilişkisi oldu. Bu ilişkinin varlığı öncelikle inkâr edildi. Çünkü bu konu metafiziğe kaçıyordu ve metafizik konuları bilimsel açıdan ispatı mümkün olmadığı için kabul edilmiyordu.
Böylece Tanrı'dan bağımsız insanı tanımladılar, sonra bu insana hayatı nasıl yaşaması gerektiğiyle ilgili reçete (ideolojiler) sundular. Aradan yaklaşık bir asır geçti ve baktılar ki yazılan reçete fayda yerine zarar getiriyor. İnsanlar insanlıktan çıkıyor! İnsanların bunalımına ve varoluşsal krizlerine çözüm üretmek bir yana üretilen çözümler! sorunları daha fazla artırmaktadır.
Teknoloji ve bilim geliştikçe insanların daha iyi bir insan olması gerekirken hayvanların yapmayacağı şeyleri yaptıklarını gördüler. Bu bataklığın içerisinde daha az hata yapan ve daha iyi bir insan olan bireylerin dindarlık algılarının yüksek, Tanrı'ya bağlılıklarının ise güçlü olduğunu öğrendiler.
Bu durum psikoloji çalışmalarının yönünü başka bir noktaya çekti. Din ve Tanrı algısı insanları neden bu kadar etkiliyor? Din ve Tanrı algısı insanların davranışlarını bu kadar kuvvetli bir şekilde kontrol altında tutmayı nasıl başarıyor?
Bu soruların cevapları psikologların dine bakış açısına göre değişmektedir. Bazıları kötü baba figürü (Freud) ile, bazıları kollektif bilinç (Jung), bazıları Tanrısız bir din (E.From) ile, bazıları da Tanrı'nın varlığını insanın bir tabiatı kabul ederek (hümanist psikologlar) bu sorulara cevap verdi.
Bu çalışmalardan en önemli konulardan bir tanesi de "Tanrı geni" kavramı oldu. Gen, hücrenin kalıtımsal karakterini taşıyan ve zamanı gelince ortaya çıkan kalıtım faktörleridir. D. Hammer "Tanrı Geni" adlı çalışmasıyla maneviyat genine ulaştığını iddia etmiştir. Maneviyatın insanlar nazarında sağlıktan daha önemli olmasını bu genlere bağlamaktadır.