Asfaltın Üzerinde Unuttuğumuz Hayatlar
Sabah kalkıyorsunuz. Henüz gözlerinizi tam açamamışken bir korna sesiyle uyanıyorsunuz. Pencereyi aralıyorsunuz, alt sokakta bir beton mikseri bağıra bağıra çalışıyor. Karşı apartmandan biriyle göz göze geliyorsunuz kısa bir anlığına, ama hemen kaçırıyorsunuz bakışınızı. Çünkü bu şehirde artık göz göze gelmek bile fazla geliyor. Selamlaşmak mı? O, artık dudaklardan dökülmeyecek kadar pahalı bir kelime.
Bir zamanlar umutla köyünü, kasabasını terk edip bu şehre gelen insanların “tutunma hikâyesiydi” şehir. "Bir gün ben de başaracağım" diyen gençlerin hayalleriydi. Ama artık şehir ne bir umut ne de bir sığınak...
Şehir şimdi sadece bir yarış pisti. Kimileri para kazanmak için, kimileri sadece karnını doyurmak için, çocuklar ise diğer çocukları puanla geçebilmek için koşuyor. Daha çok para, daha yüksek binalar, daha kısa sohbetler, daha uzun faturalar...
Vefayı, karşılıksız sevgiyi ve aile bağlarını unuttuk. Evlerimiz 1+1’e küçüldü; çocukların yerini evcil hayvanlar aldı. Anneanneler, dedeler “huzuru” huzurevlerinde arar oldu. Betonların arasından yükselen, duyulmayan sessiz çığlıklar arttı. Sosyal medyada kalabalık görünen herkes, gerçek hayatta gitgide yalnızlaştı. Herkesin bir koşuşturması, bitmek bilmeyen bir işi var. İnsanların yüzüne baktığınızda sanki hepsi bir yerlere yetişiyor… Ama nereye? Kimse bilmiyor.
Artık kent sadece bir mekân değil; bir ruh hâli oldu.
Kaldırımlarda yürüyen binlerce ayak sesi var ama hiçbiri birbirine yakın değil. Kimse kimseyle konuşmuyor. Asansörde bile göz göze gelmekten çekiniyoruz. Bir çocuğun kahkahası bile lüks oldu çünkü bu şehirde sessizlik yalnızca betonlar arasında yankılanıyor.
Peki, biz bu şehirde neyi unuttuk?
Unuttuk…
Komşuya selâm vermeyi, market kuyruğunda yaşlıya öncelik tanımayı, ikindi vakti balkon sohbetlerini…
Unuttuk, akşam serinliğinde birlikte içilen çayların tadını.
Ve en çok da içimizi unuttuk.
Şehir hayatı yalnızca trafikten ve kira derdinden ibaret değil. Kent, insanın kendine yabancılaştığı bir aynadır. Her gün aynı caddelerde yürüyüp gökyüzüne bile bakmayan bir kalabalık olduk. Ne zaman başımızı kaldırıp bir çınar ağacına bakmayı bıraktık? Siz en son ne zaman gökyüzüne, bulutlara ya da yıldızlara baktınız?
O gün içimiz kurudu.
Ne zaman parklarda kitap okuyanları “boş gezen” sandık, işte o gün bilgeliği küçümsedik.
Ne zaman çocukları apartmana hapsettik ve betonda büyüttük, geleceğimizi de orada kararttık.
Ne zaman kalabalıkla övünüp yalnızlıkla baş başa kaldık, işte o gün şehir bizi yuttu.
Ama hâlâ geç değil…
Bir bankta oturup sessizce nefes alabiliriz.
Bir dostun kapısını çalıp sadece “konuşmak istedim” diyebiliriz.
Bir akşamüstü yürüyüşüne çıkıp cep telefonumuzu evde bırakabiliriz.
Çünkü şehir değişmese de biz değişebiliriz.
Bu yazıyı belki yine yüksek binaların arasında okuyorsun. Belki yanından geçen yüzlerce insanın adını bile bilmiyorsun. Ama unutma, bu şehir seni unutmadı. Sen de kendini unutma…
Belki bir çınar ağacının gölgesinde, belki bir sabah simitçiden aldığın sıcacık simidin kokusunda, hayatın hâlâ yaşanmaya değer olduğunu hatırlarsın. Ve işte o gün, kent seni yutmaktan vazgeçer. Sen de kendini, o büyük sessizlikte yeniden bulursun.
Allah’a ısmarladık.
Hoşça kal…
Aydın Benli
Yorumlar
Kalan Karakter: