Biriken Hayatların Sessiz Patlaması
Modern çağın en büyük paradoksu şu: İnsanlar tarihin en “bağlantılı” döneminde hiç olmadığı kadar yalnız, en özgür olduğu iddia edilen dönemde ise hiç olmadığı kadar baskı altında. Sosyal medyanın gürültüsü, ekonomik belirsizlik, duygusal ilişkilerin kırılgan yapısı ve sürekli performans beklentisi; bireyin ruhsal zemininde görünmez bir çatlak oluşturuyor. Bu çatlak, çoğu zaman sessiz sedasız büyüyor ve insanın iç dünyasında ani bir “çöküş” olarak kendini gösteriyor.
Sosyolojik literatür, modern bireyin bu kırılgan dönüşümünü açıklarken aslında bize güçlü ipuçları sunuyor. Fakat en büyük sorun şu: İnsan, kendinde başlayan bu çöküşü bile fark edemiyor.
“Modern birey, kendi duygularının bile gölgesinde kalmıştır.” — Hartmut Rosa
Rosa’nın bu cümlesi, hız çağının ruhsal bedelini özetler. İnsanlar o kadar hızlı tüketiyor, hızlı karar alıyor, hızlı kopuyor ve hızlı unutuyor ki… kendi içsel seslerini duyamaz hale geliyorlar.
Günümüz bireyinin çöküşü çoğu zaman bir “fiziksel hastalık” gibi görülüyor. Oysa çoğu vakada beden değil; insanın duygusal ritmi, ilişkilerdeki uyumu ve yaşamla kurduğu temel bağ bozulmuş durumda. Aşırı uyarılma, yoğun stres ve ilişki yorgunluğu bir araya geldiğinde kişi adeta kendi varlığından uzaklaşıyor. Yani çöküş; içsel bir hız çarpmasının sonucu olarak ortaya çıkıyor.
“Toplum, bireye sürekli kim olacağını söyler; ama onun ne hissettiğini sormaz.” — Erving Goffman
Goffman’ın bu düşüncesi, günümüz insanının görünmez maskesini anlatır. Hepimiz birer sosyal sahnedeyiz; iş yerinde, ilişkide, ailede… Herkesin kendine biçtiği bir rol var ve kimse rolün ağırlığını konuşmuyor.
Bugün yaşanan ruhsal çöküşlerin büyük kısmı “sessiz baskı” ile ilgilidir. İnsan, gerçek duygusunu sakladıkça, aslında kendi gerçekliğini de saklar. Bu birikim belli bir noktadan sonra bedeni devre dışı bırakan psikososomatik tepkilere dönüşür. Modern insanın çöküşü bağırarak değil, sessizce olur; çünkü sahne hiç kapanmaz, maskeyi çıkaracak bir alan bırakılmaz.
Peki bu görünmez çöküş neden bu kadar yaygın?
1. Duygusal bağların hızla tüketilmesi
İlişkilerde “hızlı bağlanma – hızlı kopma – hızlı unutma” döngüsü insan doğasına aykırı. Birey sürekli duygusal sıfırlama modunda.
2. Ekonomik belirsizliklerin yarattığı kronik tetikte olma hali
Sürekli “yarın ne olacak?” kaygısı sinir sistemini yüksek alarmda tutuyor.
3. Toplumsal baskı ve rol çatışmaları
Anne, baba, çalışan, sevgili, arkadaş… Rol çok; fakat duygusal kapasite sınırlı.
4. Sessiz travmaların normalleştirilmesi
Mutluluk sürekli pazarlanırken, yorgunluk ve kırılganlık ayıp sayılıyor.
SONUÇ: Beden, ruhun duyamadığı çığlığı duyurmak için susuyor..
Modern insan çoğu zaman ani bir çöküş yaşamaz;
birikir, taşar ve en sonunda bedensel bir uyarı sistemi devreye girer.
Konuşamama, donakalma, kopma, hissizlik, bitkinlik, kasılma, tıkanma gibi tepkiler; bedenin “artık kapasitem doldu” diyen sessiz çağrılarıdır.
Bu tablo bize şunu gösterir:
Ruh sustuğunda, önce beden konuşur.
Ancak bazı durumlarda beden de konuşamaz; işte o an devreye giren şey, modern insanın adlandırılamayan o görünmez felcidir.
Ve en büyük yorgunluk, tam da burada ortaya çıkar:
Kişi dışarıdan güçlü görünürken, içeride derin bir çözülme yaşamaktadır.
Bu, modern çağın en tehlikeli ruhsal kırılganlığıdır—çünkü çöküş sessizdir, fark edilmez ve çoğu kez en yakınındakiler tarafından bile görülemez.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
Yorumlar
Kalan Karakter: