SİNDİRİLEMEYEN MAĞLUBİYET:
SÖMÜRGECİLİK SONRASI ÖFKE VE MÜMİNCE DURUŞ
Sindirilemeyen her durum bedende muhakkak rahatsızlık olarak gün yüzüne çıkar. Hele de sindirilemeyen mağduriyet ise sadece geçmişin travmalarının izlerini değil, aynı anda bugünün ve geleceğin nasıl olacağını da belirler.
Sömürülmek insanı ve toplumu sadece maddi anlamda yıpratmaz. Bastırılan duyguların öfkeyle taşmasına sebep olur. Doğru bir okuma ile farkındalık oluşmazsa radikal tepkiler akabinde çaresizliğe sürükler.
Sömürü akabinde öfke eğer anlamlandırılarak doğru mecralara yönlendirilirse yeni bir kimlik inşa edilir. Kuşaklar arası aktarılan bir travma ve toplumlar arası düşmanlık olarak kalıcı izler bırakmaz. Zira mümin öfkesini dönüştürüp dünya insanın saadetine, kollektif bilincin yapılanmasında etkin rol almak için gayretlidir.
Alemlerin Rabbi Hz. Allah Tahrim suresinin 6. Ayetinde şu şekilde buyurmuştur. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun” Bu emir nesilleri koruma sorumluluğunu üstlenecek müminleri yetiştirir. Bu durum hem bireysel hem de kollektif bilinci onarmanın başlangıcıdır.
Bir sömürü altında kalmak sadece toprakların işgali değil; hafızaların, kimliklerin ve ruhların kuşatılmasına sebeptir. İşgal bitmiş olsa bile yıkımı sadece şehirleri harap etmez. Hem bireyin hem de toplumun zihninde kök salan mağlubiyet duygusunu bırakır. Bu durum ise öfke ile birleşince bastırılamayan bir güç halini alır.
Tarih sahnelerinde toplumların yaptıklar savaşların arka planında çoğunlukla bu sebepler vardır.
Halbuki inanmış ve teslim olmuş yürekler için Rabbim Allah affı tercih etmemizi, adaletle hareket etmemizi müminliğin alameti olarak sunar. Öfkenin dönüştürülmesini över. İlgili ayet Al-i İmran Suresinin 134. Dedir. “Onlar bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar. Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah, güzel davrananları sever.”
Hz. Yusuf’un kardeşlerini, kıskançlıklarından dolayı nefislerinin hoş göstererek kuyuya atma süreci akabinde onca yaşanmışlıkların üzerinde, güç pozisyonunda ve intikam alma durumundayken söyledikleri, tarihler boyunca bütün insanlığın en büyük ve en anlamlı hikayesidir. Rabbim Allah ‘Ahsen-el Kıssa’ olarak vahyinin içinde zikreder.
Yusuf ( a.s.) Yusuf Suresinin 92. Ayetinde “Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir” diyerek mağlubiyetini intikam üzerine değil, merhamet üzerine inşa etmiştir. Ancak bu şekilde öfkenin aşılabileceğini göstermiştir.
Aynı duruşu Hz. Muhammed (a.s.) da Mekke fethi akabinde sergilemiş, yıllarca yaşadıkları zulme karşı “hepiniz serbestsiniz” diyerek hem kişisel hem de toplumsal onarıcı liderliğin örneğini vermiştir. Sindirilemeyen mağduriyeti, merhametle ve adaletle nasıl inşa edildiği akabinde yaşananlarla görülmüştür.
Bu söylem, mağlubiyeti sindirip üstünlüğü bağışlamada arayan Allah Resulünün, insanlık tarihine bıraktığı en güçlü kolektif bilinç mesajıdır. Hz. Muhammed’in bu tutumu, düşmanlık üzerine değil, medeniyet inşası üzerine kurulmuş bir stratejidir.
Toplumların nasıl yeniden bir araya getirebileceğininen asil örneğidir.
Mümin kimlik inşası, yalnızca bir millete aidiyetle olmadığını, insanlığın hayrına adanmış bir varoluşla anlam kazandığını atamız Hz. İbrahim üzerinden okuruz. Zira milliyetçilik çoğu zaman mağlubiyetin savunmacı refleks olarak ortaya çıkan bir hüsrandır. Ancak gerçek bir kimlik inşası; adalet, erdem, bilgi ve hikmetle yoğrulmuş bir medeniyet idrakiyle mümkündür.
Rabbim Allah, Hac suresinin 78. Ayetinde söyle öğretmiştir. “Atanız İbrahim’in milleti olan İslam’a yönelin” (Hac 78).
Bu bilinç bizi, milliyetçilik temelli bir intikam siyasetini değil, insanlığın hayrını hedefleyen bir medeniyet inşasını şart koşar. Çünkü halifelik görevi yeryüzünde medeniyet inşa etme üzerinedir. Kin ve nefret üzerine medeniyet kurulmaz.
“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara 30) ayetinde bildirildiği üzere, yeryüzünde adalet, merhamet ve imarını Allah’ın inanan ve teslim olan kulları gerçekleştirecektir.
Bu misyon, sadece Müslüman toplumlar için değil, tüm insanlıkiçin huzur ve güven ortamı oluşturmayı amaçlamaktadır.
O halde bizler elbette geçmişin mağlubiyetini unutup ısırıldığımız delikten iki defa ısırılacak değiliz. Zira alemlere rahmet Allah Resulü müminin aynı delikten iki defa ısırılmaması için tedbiri elden bırakmamasını, ibret almasını ister. Ders çıkartıp bugünü ve yarını inşa etmek için öfkelerimizi bastırmalı, şeytanın oyununa gelmemeliyiz.
Düşmanı yok etme yerine adaleti hakim kılıp, sadece içinde bulunduğumuz toplum ya da inanç üzerine değil, insanlığın kırılmış onurunu yeniden tamir etmek için gayret içine girmelidir. Aksi durumda öfke ve intikam duygusu sindirilememiş mağlubiyet olarak toplumların yıkılmasına sebep olacaktır.
Son söz olarak kimliğini Allah’a yönelerek inşa etmek isteyen bizlerin Hz. İbrahim gibi. salatlarımızın, nusuklarımızın, hayatımızın ve ölümümüzün alemlerin Rabbi için olduğunu bilmeliyiz. Sindirilememiş mağlubiyet bir kader değildir. Bastırıldıkça büyüyen bir gölgedir. Fakat o gölgeye tıpkı Hz. İbrahim gibi ışık tutarsak sadece kendimizi değil, tarihimizle de bütün insanlarla da barışırız.
Hz. İbrahim’in milletinden olan bizler bir imtihan içinde olduğumuzu, yer yüzünde medeniyet inşa etme sorumluluk bilinciyle düşünerek öfkelerimize teslim olmamayı, öfkeleri anlamlandırarak dönüştürmemiz gerektiğini bilmeliyiz. Şeytanın oyununa gelmemeliyiz. Bir işten yorulduktan sonra başka işle dirilmenin verdiği güç ile doğru hareket etmeliyiz
Ki kollektif bilincin oluşmasında etkin rol alabilelim…
Ves-Selam
Psikolog, Aile Danışmanı Asiye Türkan
Yorumlar
Kalan Karakter: