Bilginin Görkemli Zehri
“Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.” (RNK)
İşi; usulüne, erkanına, kuralına avami tabir ile raconuna göre yapmaktı ihlas ve samimiyet. Değilse Hakk ve hakikat iddiası kuru bir iddiadan öteye geçmeyecekti.
Bilen değil, kuralına göre pratize eden galip gelecekti.
Sözlerin Hz. Ömer, hayatların Turist Ömer olduğu bir dönemde yakınından uzağına kimin ne söylediğinin ne iddia ettiğinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Birlik ve dayanışma ile kuvvet kazanıldığı, düşmana galip gelindiği bilinir; bunun aksine kalplerin bozulmasıyla ilk yol ayrımında, değilse dönemecin birinde savruluverir kuru iddialar.
Sözler verilir, sözler unutulur.
İhanet edenler birgün sadakat bekler.
Oysa sadakat, ne söz vermekte ne de beklentiye girmektedir.
Tüm olaylara, tüm yaşanmışlıklara rağmen, selîm bir kalbin çizdiği istikamette fıtrat üzere kalmaktır.
Çağın kışkırtıcı tazyiklerinin orta yerinde, başta kendi nefsinin, akabinde ötekinin sınırlarını, hakkını korumaktır sadakat.
Haramlarla fıtratların bozulduğu günümüzde, kursaklarındaki zehri acımasızca muhatabına kusanlarda, eksik olan bilgi değildir. Eksik olan ahlaktır, samimi muameledir.
Kendilerinde olanı savunacak bir gerekçeleri her zaman vardır. Hep öteki hep dış dünya suçludur. Bildiği, okuduğu, kendini motive ettiği gerekçeleri hep bunu destekler.
Hakkı hak bilip ona uymayı
Batılı batıl bilip ondan uzak durmayı temenni ediyoruz.
…
Münâdi sesini duyurmak istemektedir.
Zira alevlere doğru koşan, kanat çırpan canlar vardır.
Haneye gelen her yolcu,
Bu davetten nasibi kadarını duyar.
Kalp otağında misafir ettiği kelimeler, cümleler, nidalar..
Aradığını bilene, klavuz olacaktı.
Duydun, demledin, idrak ettin ise mesuliyet vakti şimdi.
Kendini arındırmakla başla işe
“Yâr-ı Sâdık” diye Kâ’be'de, Allah’tan istenen kişi olmaya bak.
İdrak ettiğinde, öyle iddialı öyle cafcaflı kelimelerle, laf kalabalığı olsun için el açılan bir dua değildi dersin.
Mücadele rotasında damıtılmış, edebe bürünmüş, sen mevzuyu biliyorsun Allah’ım gibi öz bir dua..
Hayal dünyasında, metafizik alemde, mana ikliminde hissedersin duanın te’sirini ve bu te’sir ile ruhunun nefes aldığını.
Ruhun nefes aldıkça, kabz halinde olan, daralan, nefessiz kalanlara el uzatmak için gayrete meftun olursun.
“Sağında solunda kim var” diye bakmadan; yalnız da olsan hakikat temsilcisi olmak için mesuliyetinin bilinciyle yerinde duramazsın.
İmansızlık cereyanına tutulmuş sinelerin, iman kırıntıları ile taklidi bir hayat yaşayan neslin, tahkiki iman ile yeniden hayat bulmaları için canhıraşane koşturanları gördükçe yerinde oturmaya haya edersin.
Düşen, haramlarla örülü bir hayatın tâ orta yerinde kalan, nefsini ve neslini hakikat yolculuğunun rotasında tutamayan, vefanın beklenmeyeceği bir diyarda hakiki dostun (cc) vefasına hasret kalan; kınayıcıların, alay edicilerin, çelme takanların, hakikat yolundan uzaklaşınca varoluşun gereği kendisini hizaya çekmek için mücadele vermeyenlerin; ama riyakârane yanında görünenlerin aksine menfaatsiz uhuvveti arar durursun.
Bulunca da artık, Yâr-ı Sadık olma vaktidir, dersin.
….
Tüm okumalar, dinlemeler, hasbihaller, gündelik mücadeleler; ötelere namzet benliğimizi onarmak, ukbaya dair hayatımızı inşa etmek içindir.
Fıtrata dönme çabasında azimli olanlar, samimiyetle farkındalıkla yol yürüyenler bir gün mutlaka çizgisini bulacaktır.
Çizgiyi bulmak, çizgide kalmanın garantili olduğu anlamına gelmiyor; lakin sürekli teyakkuz halinde bulunmak gerektiğini Hz. İsa’nın şeytan ile olan bir bahsinde ürpererek görüyoruz.
Ürpererek diyorum; zira şeytanın ümidine bakmalı ki ismet sıfatına sahip peygamberi bile yoldan çıkaracağından ümitle işe koyulur. Peygamberler elbet korunur. Lakin bizler muhatabımızı ve şeytanlaşmış muhataplarımızı tanımak mukabilinde aşağıdaki diyaloğu sürekli hatırda tutmalıyız:
Şeytan bir gün Hz. İsa'(a.s)ın yanına gelip der ki;
- Ey İsa.!
Madem Rabbine bu kadar güveniyorsun, at bakalım kendini şu uçurumdan, seni kurtaracak mı?
Hz. İsa (as) cevap verir;
- Ey İblis.!
Kul Rabbini imtihan etmez...!
…
Bilginin görkemli zehrinde boğulan iblisin ilk yaratılıştan günümüze kadar edindiği deneyime bakınca; İlahi kelama muhatap olmuş, ilk insanın yaratılışını görmüş, cennetin şahidi, cehennem yollarının ustası olmuş bir varlık olduğunu görüyoruz.
Tüm bunlara rağmen ilahi fermanlardan bize aktarılan beyanlarda mealen: “Bilgi ve tecrübesi çok olan, insana nefsi vasıtasıyla müdahale edebilen, vesvese ve telkinlerde bulunan Şeytan’ın hilesi çok zayıftır.” Yem atar, düşmeni bekler. Bunu da ümitle sürekli yapar. “Bununla birlikte insanlar üzerinde bir yaptırım gücü (sultası) yoktur.”
Şeytanın, kendisine yarenlik eden sinelerden ne kadar memnun olduğunu görebilmekle birlikte; Hakikat namına duyduğunu, idrak ettiğini, öğrendiklerini hayatına hayat kılmaya çalışanlardan da bir o kadar hoşlanmadığını öğrenmiş bulunuyoruz.
….
Bilgi kirliliğinin kol gezdiği
Teknoloji aracılığı ile tv den sosyal mecralara kadar yalan yanlış, tahrif edilmiş bilgi bombardımanına maruz kaldığımız asrımızda;
Hak ile Batılın
Doğru ile yanlışın
İyi ile kötünün
Kimin tarafından tarif edildiği değil, kimin tarafından temsil edildiğine bakarak bilginin zehirli tesirinden kurtulmak mümkün.
Bu şuur ve bilinçle hayatımızı son günümüz gibi yaşamak duasıyla... Zira bir gün haklı çıkacağız.
Selam ve muhabbetle
Cevâhir AYDIN / Küçük Dünyam