Mikro Çığlıklar 2
Sessizliğin Derinliği ve Hakikatin Sesi
Zihniniz hiç susmuyor, değil mi?
Ne zaman yalnız kalsanız, her şey biraz durulsa, içinizde bir ses konuşmaya başlıyor. Durmadan, susmadan... O sesi bazen düşünce sanıyorsunuz, bazen analiz; ama çoğu zaman o sadece nefsin yankısıdır.
Çünkü nefis sessizliği hiç sevmez, boşluğu hiç sevmez; orada kendini göreceğinden korkar. İbn Arabi der ki: "Kalp konuşmaz, kalp sadece işitir. Konuşan ya nefistir ya Rab."
İnsan işte, ne zaman içinden bir şey duysa hemen ona kapılıyor. Çünkü içteki sesleri kimse sorgulamıyor.
Dışarıdan gelen her şeyi tartarken, içimizdeki her cümleyi gerçek sanıyoruz.
Oysa çoğu kez o ses, sadece nefsin korkusu, sadece geçmişin izleri, sadece gelecek kaygılarının yankısıdır.
Zihniniz konuşuyor çünkü bir şey hala kabullenilmemiş, bir şey hala çözülememiş; bir yara hala açık, bir arzu hala canlı, bir korku hala sizden büyük.
Ve siz sustukça o ses daha çok yükseliyor.
Çünkü nefsiniz, siz susarsanız öleceğini zannediyor. Bu yüzden sizi meşgul eder, düşündürür, kurgu kurdurur, olasılıklar saydırır.
Sizi hiç şimdide bırakmaz, hep geçmişe ya da geleceğe gönderir.
Ama şimdide yaratışın temel gayesi vardır ve bunu fark eden nefis geri çekilmek zorundadır. O bunu istemez, o yüzden sizi konuşturur, yorar, unutturur.
Ne zaman içinizden gelen ses sizi daraltıyorsa, bilin ki onun kaynağı fıtrat değil, nefstir. Çünkü yaratılış kodları, sesi daraltmaz, ürkütmez. O sadece uyandırır, sarsar ama yok etmez; söyler ama bağırmaz ve çoğu zaman sessizliğin içinde duyulur.
İşte bu yüzden hakikate yakın olanlar sessizleşir, çok konuşmazlar. Bilirler ki her kelime bir perde, her yorum bir uzaklaşma olabilir. Ve bazen susmak, kendini öze ifade etmenin, en yüksek halidir. Ama insan buna hazır değildir.
Zira sessizlik, aynayla baş başa kalmak gibidir. Orada kendinizi görürsünüz; hiç kimsesiz, bahanesiz, kaçışsız. İşte tam da orada ya Allah'ı çağırırsınız ya da kendinizden kaçarsınız.
İçinizde dolduramadığınız bir boşluk vardır. İşte o boşluk konuşur. Ses çıkmazsa dayanamazsınız; o yüzden müzik açar, telefonunuza bakar, birilerine yazarsınız. Ama aslında bütün çabanız o boşluğu duymamaktır.
Oysa o boşluk, iç dünyanla, fıtratınla buluşma alanıdır. Her şey doluyken size gelmez. O sadece boşlukta tecelli eder, sığmaz; sadece susan bir kalpte görünür. "Zihnin susması, kalbin duyabilmesidir."
Siz ne zaman konuşmayı bırakırsınız, sadece diliniz değil, içinizdeki yorumlar da sustuğunda, o zaman hakikatin sesi duyulur. O ses bir cümle, bir öğüt değildir. Bazen sadece bir sükunettir.
O sükunet öyle derindir ki, bin kitap okusanız bulamazsınız. Ve o an başlar asıl dönüşüm. Çünkü artık siz konuşmazsınız, sadece dinlersiniz. Neyi mi? Her şeyi. Bir yaprağın düşmesini, bir çocuğun gülüşünü, bir rüzgarın uğultusunu, yaratılışın temel hikmetini. Ve bunların her birinde onları ve sizi yaratanın, yaratış gayesinin izini ararsınız.
Ama zihin buna razı olmaz. Çünkü zihin kontrol etmek ister, her şeyi anlamlandırmak ister.
Her konuşma bir dirençtir, her kurgu bir kaçıştır, her hesap bir korkudur. Ve bütün bunlar sizi hakikatten uzak tutar.
Zihin sustuğunda ne olur biliyor musunuz? Kendinizi suçlamazsınız, yüceltmezsiniz. Sadece olursunuz. Olduğunuz gibi.
İşte bu hal, kalbin en yakın olduğu andır. Çünkü artık hiçbir şey bilmenize, hiçbir şeyi çözmenize gerek kalmaz. Sadece durursunuz ve o duruş en çok konuşan haliniz olur.
"Zihnim hiç susmuyor" diyorsunuz ya, belki de bize size şunu demek istiyor: "Sadece bir kez sus. Gerçekten sus ve fıtratınla baş başa kal."
Ama siz o sesi duyamıyorsunuz çünkü her an başka bir senaryo başlıyor içinizde. Her an yeni bir geçmiş açılıyor, her an yeni bir gelecek çiziliyor
Ve kalbiniz, bu kalabalıkta yalnız bırakılmış bir çocuk gibi bekliyor. Bekliyor ki biraz susasınız, biraz dinleyesiniz, biraz anlayasınız.
Oysa siz hep konuşuyorsunuz. Sadece dille değil, kendi içinizden de, kendi iç sesinizle. Ama o ses artık size ait değil. O ses sizi sizden uzaklaştırıyor çünkü o ses artık sizi değil, korkularınızı anlatıyor.
Bir gün gerçekten susarsanız ne olur biliyor musunuz? İlk önce rahatsız olursunuz. Çünkü zihniniz alışık değil. İçinizde bir boşluk belirir ve siz bu boşluğu önce eksiklik sanırsınız.
Ama aslında o eksiklik değil, öze yakınlığın eşiğidir. O eşiği geçebilirseniz artık her şey değişir. Artık siz değişirsiniz. Artık ne konuşan zihindir ne de işiten kulak. İşiten bir kalp, özün fısıldadığı sesi tanır.
Bir gün gerçekten susarsanız, göreceksiniz ki içinizde sizinle konuşan başka biri daha varmış. Sadece sizin susmanızı bekliyormuş. O ses ancak sükunette açılır. Ve o ses geldiğinde artık hiçbir cevap aramazsınız çünkü sizin bütün sorularınız çoktan susmuştur.
Gerçekten hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şey planlamadan, hiçbir cümle kurmadan sadece oturduğunuz ve beklediğiniz bir anı düşünün. Herhangi bir sesin gelmediği ama içsel huzurun yayıldığı bir an.
Eğer böyle bir an yaşadıysanız, o size Allah'ın ilk hediyesiydi. Çünkü zihnin sustuğu an, kalp duymaya başlar. Ama işitilen şey bir kelime, bir öğüt, bir bilgi, bir akıl ürünü değil; bir hal, bir yaklaşım, bir dokunuş gibidir.
Ne mutlu iç sesiyle tanışabilenlere
Ne mutlu özüne ulaşabilme çabasında olanlara
Selam ve muhabbetle
Cevâhir Aydın
Küçük Dünyam
Yorumlar
Kalan Karakter: