AZ OLSUN MANTIĞI...
“Az Olsun Benim Olsun” Mantığının Dar Ufku ve Risale-i Nur Talebeliği ile Bağdaşmazlığı
Toplumsal kültürde sıkça dile getirilen “Az olsun benim olsun” sözü, ilk bakışta ihtiyatlı veya kanaatkâr bir yaklaşım gibi görünse de, temelinde benmerkezci, sahiplenmeci ve daraltıcı bir bakış açısı barındırır. Bu düşünce kalıbı, özellikle Risale-i Nur hizmetinin temel prensipleri açısından ciddi bir zıtlık teşkil eder. Çünkü iman hizmeti şahsî menfaatin değil, rızâ-yı İlâhînin, ihlâsın, tesanüdün ve şahs-ı manevînin esas alındığı bir sahadır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin ortaya koyduğu prensipler incelendiğinde, bu parolayı andıran her türlü benlik, sahiplik ve dar mülkiyet iddiası, hizmetin ruhuna aykırı görülür.
Hizmette ölçü: “Benim olsun” değil, “Allah için olsun” olmalıdır. Risale-i Nur, amelin merkezine niyeti ve özellikle de rızâ-yı İlâhîyi yerleştirir. Bu bakımdan hizmeti sahiplenmek veya onu şahsî bir alan hâline getirmek, Bediüzzaman’ın şu temel ölçüsüyle bağdaşmaz:
“Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı; eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yoktur.” (Lem’alar, 21. Lem’a) Dolayısıyla, “Benim olsun” şeklindeki her yaklaşım, niyeti gölgelediği gibi, hizmetin özündeki ulvîliği de zedeler.
“Az olsun benim olsun” anlayışı neden Risale-i Nur’a aykırıdır? Çünkü benliği kuvvetlendirir.
Bediüzzaman, hizmet yolunda “enaniyet”in en büyük tehlike olduğunu defalarca vurgular: “En büyük tehlike, enaniyettir.” (Emirdağ Lahikası) “Az olsun benim olsun” cümlesi ise enaniyeti perdeleyen, onu meşrulaştıran bir zihniyet biçimidir.
Aynı zamanda hizmeti küçültür ve sınırlı bir mülkiyete hapseder Risale-i Nur’un yayılış tarihi incelendiğinde, hiçbir zaman “dar çerçeveli bir mülkiyet” anlayışıyla büyümediği görülür.
Aksine,Bediüzzaman’ın sıkça vurguladığı “şahs-ı manevî” kavramı zaten bu daraltıcı bakışın önüne geçmek içindir:
“Risale-i Nur’un hakiki sahibi, şahs-ı manevîdir.” (Kastamonu Lahikası)
Dolayısıyla bir kişinin “benim olsun” iddiası, mana itibarıyla şahs-ı manevîye müdahaledir.
İhlâs Risalesi (20. Lem’a), hizmetin bereketinin paylaşmak ve birlikte çalışmak ile çıktığını açıkça söyler: “İhlas ile hareket eden küçük bir cemaat, milyonlarla adamın kuvvetine karşı dayanabilir.”
Bereket paylaşımda, küçülme ise sahiplenmededir. “Az olsun benim olsun” düşüncesi hizmetin bereket damarını tıkar.
Bediüzzaman’a göre talebeler arasındaki bağları zedeleyen en büyük hastalık, “rekabet” ve “kendini üstün görme”dir: “Hakiki tesanüd, enaniyetin kırılmasıyla olur.” (Lem’alar)
“Benim olsun” diyen bir insan, farkında olmadan rekabeti açar; “biz” değil “ben” dilini kullanır. Oysa Nur talebeliği bir cemaat fıtratı gerektirir.
Risale-i Nur Talebesi için ideal anlayış: “Çok olsun, Allah için olsun” olmalıdır. Risale-i Nur’un ruhu paylaşım ve çoğalmadır. Nitekim, Bediüzzaman’ın hayatı boyunca tek kişilik bir mülkiyeti değil, paylaşılmış bir iman hizmeti seferberliğini tercih ettiği açıktır.
Talebelerine şu tavsiyeyi yapması bunu gösterir: “Kardeşlerim! Hizmet-i imaniye bir şahsın değil, umumunuzundur.” (Kastamonu Lahikası)
Risale-i Nur mesleğinde ideal formül şudur: “Benim olsun” değil, “Hakkın olsun.” ; “Az olsun” değil, “Bereketli olsun.” ; “Sadece bende bulunsun” değil, “Her kalpte yer bulsun.” ; “Sahip olayım” değil, “Şahit olayım.”dır.
Bu hizmet, mülkiyet mantığıyla değil, emanet ve tevazu mantığıyla yürür ancak
“Az olsun benim olsun” mantığı, bu sebeple, bu anlayış Risale-i Nur hizmetiyle temelden bağdaşmaz. Çünkü bu yolun esası benlik değil, teslimiyet; sahiplik değil, hizmet; bencillik değil, uhuvvettir.
Mehmet Nuri Bingöl
Yorumlar
Kalan Karakter: