Elif ile Vav Arasında Yaşam
Her çağda boyun eğenler de vardır, dik duranlar da.
Boyun eğenler;
saygıdan,
sevgiden,
öğretiden,
korkudan,
mecburiyetten boyun eğerler.
Dik duranlar ise bilgiden, beceriden, tecrübeden ve ego gibi etkenlerden dolayı dik dururlar.
Peki kime, neye boyun eğilir?
Kime itaat edilir?
Kimin eli, eteği öpülür?
Kime saygı duyulur, duyulmalıdır?
İlk yazılacak şey:
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözünü Hz. Ali söylemiştir.
Bilginin, ama doğru bilginin sahibine kul köle olup hizmet etmek insanın zoruna gitmez.
Hizmet ehli olup yorulana eğilmek de insanın zoruna gitmez.
Yorgunluğunu bir nebze almak için gayret eder akıllı ve feraset sahibi insan.
Bunun sebebi ise hasta, yorgun, zorda olan kişinin de her canlı gibi şah damarından yakın olan Allah’a hizmet içinde olmasıdır.
Yaratan, yarattığını zorda kalsın diye yaratmaz, değil mi?
Bir anne evladına kıyamaz. Öğrenmesi için bazı zorluklara katlanmasına göz yumar; ancak en iyisini yesin, giysin, hasta olmasın diye de elinden geleni yapar.
Peki anne, doğurduğu çocuğuna kıyamazken Rabbi Teâlâ kulunun eziyet görmesini ister mi?
Kulu kula sebep kılan Rabbim, daldıklarımızdan uyanalım, fark edelim diye irili ufaklı imtihanlar verir.
Bu imtihanı ne ile aştıysak, onu aşmaya gücü olana güç ol diye de yazmıştır Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de.
Ama bizler gücü olmayana eğilmeyiz; nefsimize ağır geldiği için onun yerine elimizdekini, minimal de olsa, başka eller aracılığıyla ulaştırırız.
Onu da yaparız ama ne takip eder ne de merak ederiz.
Etmiş olsaydık, bugün herkes iyileştirir, el ele olurduk.
Ha, bir de “Ben çok şey yaptım, nankörlük gördüm.” sözüyle kendimizin eksik yaptıklarını fark etmeden vazgeçer, eğlence ve oyuna dalarız. Çünkü haklıyızdır.
Evlat için de eğilinir, aile için de… Hakkıyla işini yapıp bütüne fayda için gayret eden için de.
Bir tek, ana ve babaya dik durulmaz.
Ama zarar veren ana baba ise, arkadan plan yapıp onların verdiği zararı durdurmak da görevdir.
Hangimiz ailemizdeki hataları söyleyince takdir aldık?
Kaçımızın sözü “Evet, bu bir hataydı.” diye kabul gördü?
Cevap %1’i bile geçmez, değil mi?
Biz ataerkil toplum öğretileriyle büyüdük.
Ve bu, kalıplaşmış, kronikleşmiş bir huy aslında.
Ama bu böyle diye küsmek, darılmak, vazgeçmek yok tabii ki.
“Bana dokunmasın da ne yaparsa yapsın.” da yok.
Bazen arkadan plan en güzeli… Senin dediğini deyip ardından onun verdiği zararı kapatmak gerek.
Bu, hem zarara çare olur hem de yaşlanıp üzerimize yük olmalarını engeller.
İnsanlar, kendilerini faydasız hissettiklerinde, bildiklerini yapamadıklarında ve dinlenilmediklerinde hastalanırlar.
Beslenme ve bakım da sebeptir ama ruhsal çöküş bunlarla başlar.
Bu çağ, bacak kadar evlada kul köle olunma, eğilme çağı.
“Ders çalışıyor, okuyor, yemiyor, psikolojisi bozuk. İzin vermezsem psikolojisi bozulur.” korkularıyla çocuklarımıza hizmetçi olduk.
Daha da acısı, ağzından ne çıktığını bilmeyen evlatların sözlerine bile “sus” diyemez olduk.
Aile ve toplum yapısı bozulduktan sonra “vah, tüh” demenin âlemi yok, değil mi?
Hele boyun eğip makama girip “sayın” diye başlayan sözlerle eğilenler var ya…
Orada kahroluyorum.
Bir makama insan niye gider? Ya teşekkür ya da sıkıntısını bildirmeye.
Peki o eğilip bükülmeler neden?
Saygı, makama hitap şekliyle başlar. Bu gereklidir.
Ama sadece kendi istediğini, ihtiyacını alana kadar “ağam, paşam” çekenler var ya, işte onlar aile yapısını bozanlardır.
Makama değil, kişiye düğme iliklenir.
Selam ve dua ile,
Tülay Gürel
Yorumlar
Kalan Karakter: