Tarihin ilk dönemlerinde ticaret günümüzdeki kadar yaygın halde olmadığından dolayı insanlar mübadele yani trampa yöntemi ile ticaret yaparlar ekonomi bu döngü üzerine kurgulanırdı. Aristoteles bir malın diğeriyle değiş tokuş edildiği sitemi ticaretin en eski türü olarak tanımlamıştır.
Zaman içinde insanların çoğalması ile trampa usulü hareket etmenin zorluğu daha da ortaya çıkınca ticarette trampa yerine değişim aracı olarak herkesin kabul edeceği bir araca ihtiyaç duyulunca fiyat ölçüsünü sağlayacak değerli madenlerden yapılmış paralar ortaya çıkmıştır. Sikke adıyla ilk defa kullanılan bu paralar, altın, gümüş veya bakır gibi dönemin ulaşılma imkanına bağlı olarak değerli madenlerden elde edilerek imal edilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Bastırılan sikkeler ülkelerin başında bulunan hükümdarın adına bastırılmakta idi.
Ticarette kullanılan paralardan yazımıza konu olan Mangır ve Kaymeyi sizlere anlatmaya gayret edeceğim. Bununla birlikte bugün de değerli kağıtlar ve madeni para basımını üstlenen Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı Darphane’nin geçmişten günümüze gelişimine kısaca değineceğim.
Mangır, Osmanlı döneminde kullanılan, iki buçuk para değerindeki bakır sikkelere verilen addır. Madeninin kıymetsiz olmasından dolayı altın sikkelerden ve gümüş akçelerden daha düşük değerdedir. Kelimenin Moğolca’da “nakit” anlamına geldiği bilinmektedir. Eski Çin paralarına da bakır denilmektedir.
Osmanlı Devleti’nde ilk mangırların ne zaman basıldığı bilinmemekle birlikte günümüze ulaşan ilk Osmanlı bakır sikkeleri I. Murad’a aittir. İlk tuğralı mangırı ise Orhan beyin oğlu Süleyman Çelebi tarafından İpsala’da kestirilmiştir. Ancak Orhan Bey’e ait ilk sikkenin Bursa’da kesildiği de ifade edilmektedir.
Kayme (Gayme) ise Osmanlı döneminde ilk kâğıt paranın adıdır. “Kaime-ı Nakdiye-i Mutebere” adıyla çıkarılan ve para yerine geçen kâğıt anlamına gelen ilk banknotlar Osmanlı döneminde 1840 yılında Sultan Abdülmecid devrinde basılmıştır. Ecdadımız tarihleri boyunca bir kâğıt parçasını asla paradan saymadıkları için ilk kâğıt paraya da kaime yani (para) yerine geçen kâğıt demişleridir. Para yerine geçen kağıtlar aslında bir anlamda para olmaktan çok faiz getirili borç senedi veya hazine bonusu niteliğinde olmak üzere çıkarılmıştır.
Sultan Abdülmecid’in tahta çıktığı sıralarda devlet büyük bir para sıkıntısı içinde bulunuyordu. 1840 yılında, 160 bin Osmanlı altını karşılığında “Kaime-ı Mutebere” adı verilen kâğıt paralar çıkarılmıştır.
Dârüddarp ve dârüssikke adlarıyla da anılan Darphane (darb-hane) biri Arapça diğeri Farsça olan iki kelimeden oluşmaktadır. Darb vurma, dövme, çarpma ve vuruş anlamına gelir. Hane kelimesi ise ev anlamına gelmektedir. Darphane, darb yoluyla para basma işlemine denir; sikke de “basma kalıbı” anlamına gelmektedir. Sikke daha sonra kalıpla basılan paranın adı olduğu gibi İslâm dünyası ile yakın ticarî ilişkilerde bulunan Venedik’te ilk defa 1284’te basılan altın para içinde kullanılmıştır.
Darb kelimesinin para ile alakalı olan anlamı “damga basmak; damga vurmak” tır. Şimdi bunu izah etmeye çalışalım.
“Gümüş, evvela levha ve şerit halinde çekilip sonra sikke denilen çelik kalıplar ile bunların üzerlerine çekiç ile vurularak yazı ve şekilleri basıldıktan sonra, etrafı keskiyle kesilirmiş. Müverrihlerin: “Akçeler yeniden kat’u darb edildi (kesildi ve vuruldu)! Demeleri bundandır. Bu darb yani çekiç ile dövme işinden ötürü akçe basılan yerlere darphane ismi verilmiştir.
Selçuklular’da ve onlardan sonra ortaya çıkan beyliklerde de darphanelerde altın dinarlar ve gümüş dirhemler basılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde para basım yeri için kullanılan yere de darphane ismi verilmiştir. Daha önceki İslâm devletleri gibi Osmanlılar da hâkim oldukları topraklar üzerindeki darphanelerden faydalanmışlardır. Ayrıca ülke toprakları genişledikçe maden yataklarına yakın yerleşim merkezlerinde, ticarî ve idarî önemi olan şehirlerde yeni darphaneler kurulmuş ve buralarda sadece Osmanlı parası basılmıştır.
Osmanlı toprakları genişledikçe birçok yeni darphaneler kurulmuş ancak zamanla Amerikan gümüşünün Avrupa’dan sonra doğuya akışı sonucu maliyeti yüksek maden ocaklarının kapanması ve bu yüzden darphanelerin maden tedarikinde güçlük çekmeleri düşük ayarda akçe basılmasına yol açınca, bunun önlenmesi için diğer darphaneler kapatılmıştır. XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin ancak belli başlı merkezlerindeki darphaneler kalmıştır.
1690’daki enflasyon sırasında, Beyazıt civarında bir eski Bizans manastırında işleyen İstanbul Darphanesi iş hacminin büyüklüğü dolayısıyla yetersiz kalınca, civarda Tavşantaşı denen yerde Mahmud Bey’e ait 4400 arşın kare olan bir arsa üzerinde yeni bir darphane binası kurulmuş ve bu bina 1707 yılına kadar darphane olarak faaliyet göstermiştir. Daha sonra Topkapı Sarayı bahçesinde Aya İrini Kilisesi civarındaki yerine taşınmış, Cumhuriyet dönemine bir süre daha burada bulunun Darphane 1967 yılında ise Nişantaşı’ndaki şimdiki binasına taşınmıştır.
Osmanlı Devleti’nde darphaneler iltizama verilir, yani işletilmek üzere mukataa olarak birine ihale edilirmiş. Ancak altın, gümüş ve bakır para darbı müstakil birer mukataa sayılırmış. Çok defa her üç madenden para darbı aynı mültezime, fakat ayrı ayrı bedellerle iltizama verilirmiş. “Tahvil” denilen iltizam süresi üç yıl olup İltizamı alacak biri çıkmazsa darphane emaneten bir kamu iktisadî kuruluşu gibi çalıştırılıp, bu arada talibi çıkınca yine iltizama verilirmiş. Emanet ve iltizamla işletilme durumuna göre darphanenin yönetim ve denetiminde küçük bazı farklar olurmuş. Günümüzde darphane Hazine ve Maliye Bakanlığı’na ait bir kurum olup bandrollerin verilmesi, madeni para ile birlikte, değerli kağıtların, kimlik, pasaport vb. evrakların basımını üstlenmektedir. Bununla birlikte son yıllarda başarılı bir ekip yönetimindeki darphane önemli görülen anlam taşıyan şahıslar ve günler ile alakalı hatıra para basımı da yapmaktadır.