Bugün herkesin dilinde aynı söylem: "Vatan, millet, hizmet!" Ama gelin görün ki, bu kutsal kelimelerin arkasına saklanarak siyaset sahnesine atılanların çoğu, milletin değil kendi cebinin derdinde. Bir soralım kendimize: Eğer milletvekillerinin ayrıcalıklı özlük hakları olmasa, çocuklarına devletin kapıları ardına kadar açılmasa, emeklilikte ballı maaşlar ödenmese, sırf milletvekili olduğu için ömür boyu “Sayın Vekilim” unvanı verilmesi son bulsa… Kaçı gerçekten aday olur?
Mazbatayı alır almaz rozetini takan, protokol sırasına oturan, önüne mikrofon uzatıldığında “milletimizin emrindeyiz” diyen birçok isim, gerçekte hangi millete hizmet ediyor? Uçak biletinden özel hastaneye, makam aracından koruma polislerine kadar uzanan bir imtiyazlar zinciri… Peki, bu zincirleri kırdığımızda kim kalacak meydanda?
Bugüne kadar milletvekillerinin sadece maaşları ve emeklilik hakları tartışıldı. Oysa mesele sadece para değil; mesele, bu sistemin baştan aşağıya ayrıcalık üretmesi. Eş, dost, akraba; hepsi bir şekilde bu düzenden nemalanıyor. Milletin çocuğu üniversite sonrası iş ararken, vekilin çocuğu daha mezun olmadan koltuğa oturuyor. Bu mudur adalet? Bu mudur temsil?
Gerçek vatanseverlik, ayrıcalıksız görev yapabilmektir. Gerçek hizmet, sırf bir unvan uğruna değil, halkın derdiyle dertlenmek içindir. O yüzden açık ve net soruyoruz: Tüm bu imtiyazlar elinizden alınsa, sadece halk için, sadece hizmet için bu yola çıkacak kaç kişi kalır aranızda?
Siyaset, kişisel zenginleşme aracı değil; topluma adanmış bir görev olmalı. Ama bizde siyaset, maaşı bol, ayrıcalığı çok, hesabı sorulmayan bir cennet hâline gelmiş durumda. Bu düzen değişmeden, bu ülkeye ne adalet gelir, ne de gerçek demokrasi.
Ahlak Ekranda, Aile Dağılmakta: Sabah Kuşağında Kaybolan Değerler
Bugün televizyonu açtığınızda, sabah saatlerinde karşınıza çıkan tablo hep aynı: Gözyaşı, ihanet, kayıp arayışları, DNA testleri, sokak ortasında yaşanan aile dramları… Evet, adı "reality show", süsü “yardım programı”, ama içeriğiyle Türk aile yapısının kalbine saplanan bir hançer.
Bir soralım kendimize: Bu programlar gerçekten mağdura yardım mı ediyor, yoksa onları reytingin kurbanı mı haline getiriyor? Ekranlarda saatlerce tartışılan konulara bir bakın. Kim kiminle evlenmiş, kim kimi aldatmış, kayınvalide damatla neden küs... Bunlar mıdır memleketin meselesi?
Aile kavramını ayakta tutan en temel değerler; mahremiyet, sadakat, saygı ve sabır... Ancak sabah kuşağı programları bu değerleri değil, tam aksini pazarlıyor. Mahrem olanı açık ediyor, sadakati alaya alıyor, saygıyı unutuyor, sabrı ise stüdyo dışına gönderiyor. Sonuç mu? Evlilikler çatırdıyor, gençler aile kurumuna güvenini kaybediyor, çocuklar ekranlarda izledikleriyle büyüyor. Bu mudur toplumsal gelişmişlik?
Bugün bu programlarda mikrofon uzatılanların çoğu, medyatik figür haline getirilip, kendi sorunları üzerinden şov malzemesine dönüştürülüyor. Düşünelim: Bir anne çocuğunu bulmak için televizyon programına neden çıkmak zorunda kalır? Devletin kurumu, toplumun dayanışması nerede? Her sosyal mesele ekranda çözülecekse, adalet nerede, hukuk nerede?
Kurtlar sofrasına çevrilen ekranlarda, toplumun gerçek sorunları değil, reyting getiren çarpıklıklar konuşuluyor. Bu düzenin kaybedeni sadece ekran başındaki vatandaş değil, uzun vadede tüm toplum. Çünkü bu programlar sadece bireyi değil, o bireyin ait olduğu aileyi, mahalleyi, kültürü yozlaştırıyor.
Gerçekten bu programlar olmasa, kaç kişi sabah ekran karşısına geçip “acaba bugün kim kimi rezil edecek” diye beklerdi? Kim bu programlarda "yardım ediliyor" maskesi altında teşhir edilmeyi kabul ederdi? Şimdi net bir soru soralım: Eğer bu yayınlar reyting almasaydı, reklamlar akmasaydı, bu kadar “yardımsever” yapımcı kalır mıydı ortada?