Siyaset sahnesindekiler bağırıyor, çağırıyor, yumruğunu masaya vuruyor, hatta bazen gözyaşları bile dökülüyor. Ekranda öyle bir oyun oynanıyor ki, sandık başında bile alkışlamadan edemiyoruz. Ama perde kapanınca ne mi oluyor? Aynı masada yemekler, kuliste kahkahalar, kadeh tokuşturmalar... Sizin “kavga ediyorlar” sandığınız şey, aslında sezonluk bir politik sitcomdan başka bir şey değil.
Zaten bizde kavga da estetik olur; bakınız "Kayıkçı Kavgası". Kürek sallanır ama isabet etmez. Ses çıkar ama can yanmaz. Çünkü amaç rakibi alt etmek değil, tribündeki seyirciyi oyalamaktır. Yani siz, televizyon başında ya da kahve köşesinde birbirinizi yerken; onlar çoktan pazarlığı bitirmiş, yeni ortaklıkları kutluyordur. Siz hâlâ kimin “vatan haini”, kimin “halk adamı” olduğunu tartışın durun...
Gerçek kavgada sonuç olur. Kayıkçı kavgasında ise sadece köpük... Çok bağıranı lider, çok izleneni kahraman sanıyoruz. Hâlbuki onlar sadece figüran; senaryoyu yazan başkaları.
AİLENİN TEMELİNE KONULAN EKRAN DİNAMİTLERİ
Bu yıl “Aile Yılı” ilan edildi. Ne büyük tesadüf ki, aynı yıl ekranlarda aile kurumu ayaklar altına alınmaya devam ediyor. Esra Erol’un programı örneğin… Adı “evlilik programı” değil belki ama boşanma, ihanet, DNA testi, nikahsız birliktelik, hapisten çıkan sevgiliyle aşk üçgeni gibi her bölümde tam dozunda entrika var. Televizyonun yerli pembe dizisi, halk versiyonu...
Bu hafta yine çok şükür boş geçmedi. Kübra ve Abdullah… Resmi nikâha ihtiyaçları yokmuş! Nikâh, onların dünyasında bir “kâğıt parçası” imiş. Biz de tabii ki alkışladık! Aile mefhumu mu? O da nedir? Kübra’nın hamileliği, Abdullah’ın sabıka dosyası... Her şey “doğallık” adı altında normalleştirildi. Reyting varsa, değerlerin ne önemi var?
Aile Bakanlığı hâlâ “sessizde”… RTÜK ise ekranı muhtemelen dekor sanıyor. Bu programlar sabah kuşağında değil, sosyal dokuyu dinamitleme kuşağında yayınlanıyor.
Boşanmalar mı arttı? Evlilik yaşı mı düştü? Aile içi şiddet mi yaygınlaştı? Neyse canım, bir sonraki programda hallederiz(!)
Yetmiyormuş gibi, kadınlara çalışma hayatında hâlâ “ne giydin?” diye soruluyor. Bir yandan anneliği kutsuyoruz, öte yandan kıyafetine karışıyoruz. Yani kadını hem çalıştırıyoruz hem ayrıştırıyoruz. Tıpkı ekranda hem dram arayıp hem değer yargısı öğütlediğimiz gibi...
FİNAL: EKRANLAR KARARDI, VİCDANLAR DA…
Bu ekran tiyatrosu hep devam edecek. Oyuncular değişecek, senaryo aynı kalacak. Çünkü seyirci susarsa, oyun hiç bitmez.
Siz siz olun; izlediğiniz her şeye inanmayın, kavga edenlere alkış tutmayın, değerlerinizi reytinge feda etmeyin.
Yoksa son perdenin adı şimdiden belli: "Ahlakın Final Sezonu"
BU MAAŞLA EMEKLİ KURBAN KESEBİLİR Mİ?
Elbette kesebilir… Hatta üç büyükbaş, beş küçükbaş birden!
Tabii sabah kahvaltısını hayalle, öğle yemeğini umutla, akşam yemeğini de Allah’a emanet yiyorsa!
Bir düşünelim:
Bugün pazarda domatesin kilosu 30 lira, bir çeyrek altın 7 bin lirayı aşmış et ise neredeyse emeklinin maaşı kadar pahalı. Ama kurban yaklaşıyor ya… Soru hep aynı: "Emekli kurban kesebilir mi?"
Cevap:
Tabii ki kesebilir!
Yeter ki maaşına hiç dokunmasın…
Elektrik, su, kira, ilaç… Bunları da ödemesin.
Zaten her ay "bu ay nasıl geçineceğim" sorusuyla adeta manevi bir ibadet yapıyor; kurban da aradan çıksın!
Nisap miktarı mı dediniz? Emeklinin nisabı:
Bir kilo kıyma, yarım tüp, 100 gram zeytin, üç dilim peynir.
Maaşıyla kurban kesmesi beklenen emekli, artık fakirin değil, modern zamanın mucizesidir.
Çünkü o hem maaşı yetmeyen, hem de kurban kesmesi beklenen tek canlı türüdür bu topraklarda.
Unutmayalım, emekli bu ülkede:
– Kurbanlık değil ama kurban gibidir.
– Bayramda et almak için sıraya değil, et hayalini kurmak için zam kuyruğuna girer.
– "Kurban kesemiyorum" der, onu bile duyan olmaz.
Sonuç?
Emekli kurban kesemez kardeşim.
Ama bu düzen böyle giderse, kendi kendini kesmesi an meselesi!
Bayramınız mübarek, maaşınız bereketli(!) olsun…
Yorumlar
Kalan Karakter: