Risale-i Nur’un Makamı Kur’an ve Hadisten
Sonra Gelen Bir Hakikat Mirasıdır
İslam tarihinde her asır, kendi ihtiyaçlarına göre bir tecdit (yenileme) hareketine sahne olmuştur. Her dönemde Kur’an’ın nurundan feyz alarak imanı kuvvetlendiren, dini hakikatleri zamanın idrakine uygun biçimde izah eden mücedditler gelmiştir.
Bu zincirin son halkalarından biri de hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursî’dir. Onun kaleme aldığı Risale-i Nur Külliyatı, yalnızca bir tefsir değil; imanı tahkim eden, aklı ikna eden ve kalbi tenvir eden bir iman hareketidir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Risale-i Nur, Kur’an’ın malıdır; ben de onun bir tercümanıyım.”
Bu cümle, Risale-i Nur’un konumunu ve makamını tayin eden ana ölçüdür. Risale-i Nur ne bağımsız bir din kitabıdır ne de Kur’an ve hadisle yarışan bir kaynak. O, Kur’an ve sünnetin mânâlarını çağımıza tercüme eden, onların ışığını yeniden aksettiren bir tefsirdir. Bu sebeple Risale-i Nur’un makamı, Kur’an ve hadisten sonra gelir.
Kur’an-ı Kerim, her çağın insanına hitap eden ebedî bir rehberdir. Fakat asırlar geçtikçe insanın idraki, problemi, suali değişir. Bu yüzden her dönem, Kur’an’ın ebedî hakikatlerini yeniden anlamak için bir aynaya ihtiyaç duyar. Risale-i Nur, bu asrın imanî ve aklî şüphelerine karşı Kur’an’ın nurunu yeniden parlatan o aynadır. O, Kur’an’ın beyanı, hadislerin tefsiri, çağımızın ise iman dersidir.
Bediüzzaman, eserlerinde her zaman Resûl-i Ekrem (asm)’in hadislerini sadece nakletmez; onların manevî özünü akıl, kalp ve hikmet terazisinde yorumlar. Risale-i Nur’un bütün satırları, hadislerin ruhuyla uyum içindedir. Çünkü Nursî, hadislerin mânâlarını Kur’an’ın bütünlüğü içinde izah etmiştir.
Bu yüzden Risale-i Nur, hadislerin şerhi, izahı ve çağımıza tercümesi konumundadır.
Kur’an ve hadis, vahyî kaynakları temsil eder. Onlardan sonra gelen Risale-i Nur ise tefekkür, izah ve delillendirme makamında yer alır.
Malum olduğu gibi Kur’an İlâhî kelâmdır. Hadis: Nebevî kelâmdır ama manaları vahiydir; vahy-i zımni. Risale-i Nur: Bu iki kaynaktan gelen nuru, asrın diliyle anlatan beşerî bir tefsirdir.
Bu sebepten Risale-i Nur’un makamı, Kur’an ve hadisten sonra, fakat diğer beşerî eserlerden önce gelir. Çünkü o, vahyin değil; vahyin tefsirinin eseridir.
İslam'da Mehdî, Kur’an ve sünnetin beyan ettiği hakikatleri yeniden ihya eden, bid’at ve dalaletin karanlığında imanı ve hakikati canlandıran bir zattır. Ancak Mehdî’nin makamı sünnet üstünde değildir. Bu nokta çok kaynakta son derece hassas bir dengeyle şöyle belirtilmiştir:
Mehdî de bir beşerdir; Kur’an ve sünnetin hizmetkârıdır. Onun vazifesi, tecdit ve ihya iledir, teşri (kanun koyma) değildir.
Bu hakikate göre: Kur’an, İlâhî vahiydir.Sünnet ise vahyin beyanıdır. Eimme-i Müçtehidîn: Bu iki kaynağı hükme dönüştüren İslam hukukçularıdır. Mehdî, bu hakikatleri asrın şartlarında yeniden ihya eden, uygulama ve tecdid makamında olan bir şahsiyettir.
Dolayısıyla Mehdî’nin makamı, Kur’an, sünnet ve müçtehid imamların beyanlarından sonra gelir. Onun büyüklüğü unutulan hakikatleri yeniden canlandırmasındadır.
Bu yönüyle Mehdî, Risale-i Nur’un hedeflediği imanî tecdit hizmetiyle aynı çizgide, Kur’an’a hizmet eden bir mücedditlik dersini veren şahsımanevinin mümessili şeklindedir Üstad Bediüzzaman'a göre.
Nur, Kur’an’ın Nuru olduğu için değerlidir.
Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur’un ve "O Zat"ın kıymetini su şekilde izah eder eserlerinde. Her ikisi de vahyin hizmetkârı, Kur’an’ın talebesi, sünnetin izahçısıdır.
Risale-i Nur’un makamı, Kur’an ve hadisten sonra; Mehdî’nin makamı ise Kur’an, sünnet ve eimme-i müçtehidînden sonra gelir.
Risale-i Nur, Kur’an ve hadis deryasından doğmuş bir çağ tefsiri; Mehdî ise o deryanın asra yeniden yön veren kaptanı hükmündedir.
Her ikisi de insanlığı yeniden Kur’an’ın iklimine davet eder; fakat asıl otorite, tek merci ve nihai rehber daima Kur’an ve sünnettir.
Yorumlar
Kalan Karakter: