TEZAT HAYATLAR
Lise binasının nem kokulu uzun koridorlarında sabahın ilk ışıkları pencerelerden süzülüyordu. Tahta sıraların üzerine düşen gölgeler, yeni bir günün habercisi gibiydi. Ağır adımlarla sınıfa doğru yürürken sakindim; ama yüzümde taşıdığım tebessüm, koridorun karanlık köşelerini bile aydınlatıyordu.
Öğrencilerimin tamamı, beni bu tebessümden tanıdıklarını söylüyorlardı. Bu yüzden onların da gözlerinde bir ışık, seslerinde hep bir yumuşaklık vardı. Sanki bu dünyada hiçbir dert yokmuş gibi.... Günün birinde öğrencilerimden Halil, ders bitiminde cesaretini toplayıp "Hocam… Siz hep gülümsüyorsunuz. İnsan hiç mi üzülmez?" diye sormuştu bana.
Bir müddet susup pencereden dışarı baktım; uzaklardaki dağların siluetinde gençliğimi gördüm. Gençliğimde ayrıldığım kasabamı, dostlarımın gözlerinden dökülen hasreti hatırladım. "Herkesin hüzün yanı var elbette." diye cevapladım." İnsan çok dağılır bazı vakitler. Her sabah yeniden doğan umut, gülüşümüzü esirgemememiz gerektiğini hatırlatır bizlere. İşte o ümit, bizi de karşımızdakini de ayakta tutar."
Halil İbrahim yüzümdeki çizgilere dikkat kesildi. O çizgiler, yılların yükünü taşıyordu belki de ama hepsinin üstünü örten bir tebessümle. O gece not defterime şunları yazdım: "Hayatın bana öğrettiği en büyük hakikat, tezatlı hâllerin bizi diri tuttuğudur. İçinde ayrılık taşıyıp yüzünde ise bir tebessüm barındırmak… İşte insanı insan yapan."
Sonbaharın en güzel günlerinden birinde, ilk tayin mekânım kasabanın üzerini bir hüzün tülü kaplamıştı. Gökyüzü parlaktı ama insanların yüzünde gölgeler dolaşıyordu. Evin önündeki sandığı kapatıp kamyona konulmak üzere hamala verirken derin bir nefes aldım. Ailemi önden yollayıp "Yol uzun, gereksiz esyaları dağıtmalıyım," şeklinde düşünmüştüm.
Yola çıktığımızda kasabanın taş sokakları boyunca toz bulutları yükseliyordu. Çocuklar kamyon tekerlerinin çıkardığı toz ve toprağa baka baka gözleriyle takip ediyordu bizi. Kamyonu süzen kasaba yaşlılarının dudaklarından tek bir dua dökülüyordu: "Allah güç, kuvvet versin; ev taşımak zor iş…"
Yolculuk uzadıkça yorgunluğum da arttı. İkinci gece mola yerinde dinlenmek için durduk. Şoför mahallinde uykuyla uyanıklık arasındaydım, kulağım ise kirişte. "Belki de bir daha, yılları gömdüğüm bu yere dönemeyeceğim," diye düşündüm. Bunun üzerine yıldızlara bakarak söz verdim kendime: “Ne olursa olsun, tebessümü eksik etmeyeceğim. Haksızlıklar yıldırmamalı insanı." Bunun gibi sıkıntılı bir mecburiyet için kaleme aldığım "Gülmeyi Unutmayız Biz" denememi hatırlamadan edemedim.
**
Atandığım nisbeten kalabalık ilçe, bana ilk anda yabancı göründü. Ne taşların rengi, ne de insanların konuştuğu "ağza" alışkın değildim. Kaldığım eski bir tanıdığın odasında, pencereden dışarı bakarken fısıldadım iradesizce: "Bu şehirde yeniden kök salacağım inşallah." Ertesi sabah çarşıdaki kahveye gittim ahaliyle tanışmaya. Kalabalık sokaklarda yankılanan sesler, pazarcıların bağırışları, yabancı kelimelere de karışıyordu.
"Her yerde yolunu tebessümle açmalısın," dedim kendi kendime. "İnsan tebessüm edene kolay kolay kapısını kapatmaz." Ben, yani bu garip Ahmed Nureddin, işte o gün ilk kez, yabancı bir şehirde tebessümün ne kadar güçlü bir anahtar olduğunu bir defa daha öğrendim.
Günler geçtikçe şehir, hayatıma yeni yüzler katıyordu. Mahallede tanıştığım yaşlı bir bilge : Aksaklı Dede. Ara ara namaza gittiğim cami yanındaki dükkânında ne hikmetler sunardı gönlüme. Bir gün gözlerime bakarak, "Evlat, insanın gerçek memleketi kalbidir."dedi. "Kalbinde sabır ve umut taşırsan, dünyanın neresinde olursan ol, memleketindesindir aslında." Bu söz, ruhuma derin bir huzur doldurdu. Artık yolların ve yılların acısı biraz olsun hafiflemişti. Çünkü , hem babamdan sabrı hem de bu şehirde karşılaştığım insanlardan yeniden başlama gücünü öğrenmiştim.
Üç yılım burada geçti. Okudum, çalıştım, yazdım. Ve her fırsatta bir tebessümle, bir umut sözüyle çevreme yardım ettim. Aradan yıllar geçtiğinde, artık B.... Lisesi’nin saygın öğretmeni olduğumda, öğrencilerinin yüzüne baktığım vakit o ilk tayin yerindeki güç günlerimi, öğrenci ve velilerini hatırladım. Onların tebessümünde kayıp çocukluğumu görür, onların hüzünlerinde ise geçmişin gölgelerini
**
Gençlik yıllarında artık çocukluk korkularım geride kalmış, yerini öğrenme iştiyakı almıştı. Şehirdeki medreselerin ve kütüphanelerin kapıları bana farklı ufuklar sunuyordu. Ama bu yolculukta yalnız değildim. En yakın dostlarım Bayram, İbrahim ve Sedat idi. Üçüyle de tesadüf gibi görünen ama aslında kaderin hazırladığı anlarda tanışmıştım.
Bayram, neşeli ve hareketliydi. En zor günlerde bile şakalarıyla herkesi güldürürdü. Ahmed Nureddin, ondan hayatın içindeki hafifliği öğrenmişti. İbrahim, daha derin düşünen, sessiz ve ağırbaşlı bir gençti. Elinden kitap düşmez, her cümlesi uzun bir tefekkürün semeresi görünürdü. O da Nureddin’e düşüncenin gücünü hatırlatırdı. Sedat ise çalışkanlığı ve azmiyle öne çıkardı. Sabahın erken saatlerinde kalkar, gündüz işte çalışır, akşam ise derse yetişirdi. Sabırla gayreti birleştirme sembolüydü sanki.
Bir akşamüstü, kütüphanede bahçesinde otururken İbrahim, elindeki defteri açıp yüksek sesle okudu: “İnsan, yaşadığı hayatın değil; sabrettiği acının, gülümsediği anın toplamıdır.” Bayram gülerek ekledi: "Güzel söz, ama bana göre insan biraz da arkadaşlarının toplamıdır! Eğer siz olmasaydınız ben çoktan umudumu kaybederdim."
Sedat, sessizce başını salladı. "Haklısın Bayram. Yalnız yürüyen yolcu çabuk yorulur. Bizim gücümüz, birlikte yürümemizdedir." Bu sözleri dinlerken içim ısındı. O an anladım ki hayat bana yalnızca ayrılıkları değil, aynı zamanda dostlukları da hediye etmişti. Yıllar sonra öğrencilerime “hayatta en büyük servetiniz dostlarınız olacak” derken, Bayram’ın kahkahasını, İbrahim'in derin sözlerini, Sedat’ın sessiz gayretini hatırladım. Çünkü o dostluklar asıl kaynağımdı.
Yıllar ilerledikçe arkadaşlarımla sohbet derinleşti. Artık yalnızca kitaplardan bahsetmiyor, hayatı, adaleti, insanın vazifesini tartışıyorlarduk. Hepimizin kalbinde bir ideal vardı: Bu hayata iz bırakmak, başkalarının yükünü hafifletmek. Bir yaz günü şehirde bekmedik bir olay patlak verdi. Çarşıdaki fiyat artışları yüzünden halk zar zor günler geçiriyordu. Çoğu yoksul aile ekmek bulamazken bazı tüccarlar mallarını saklayarak daha yüksek fiyatlarla satmaya çalışıyordu. Sokaklarda huzursuzluk artıyor, herkes birbirine öfkeyle bakıyordu. Bayram, haberi duyduğunda öfkeyle ayağa kalktı:
"İnsan açken bu adaletsizlik nasıl yapılır? Biz de sessiz kalırsak onların suçuna ortak oluruz." Birol sakin ama kararlı bir sesle cevap verdi: "Haklısın Bayram, ama öfkeyle hareket edersek doğru yolu kaybederiz. İlim bize, sabırla ve hikmetle çözüm aramayı öğretmedi mi?"
Sedat düşünceliydi. "O ailelerin çocuklarını düşündükçe içim daralıyor. Biz elimizden ne gelirse yapmalıyız. Belki ekmeğimizi paylaşırız, belki tüccarlarla konuşuruz… Ama mutlaka bir şeyle yapmalıyız."
Arkadaşlarımın yüzlerine bakakaldım. Çocukluk hatıralarım canlandı: Anne-babamdan ayrı olduğum vakitleri andım; yine de hâline şükrettim."İnsan açken tebessüm etmek zordur. Belki biz de onların yüzündeki tebessüm olmalıyız."
O gece, dördümüz kendi aramızda topladığımız yiyecekleri fakir ailelere dağıttık. Küçük çocukların gözlerindeki sevinç, yorgunluğumuzu unutturmuştu.
**
Şehirdeki olayların ardından dostlarım, mühim bir şeyin farkına vardılar: Sözün, tebessümün ve bilginin insanları değiştirme gücü vardı. Ama bu güç dağınık kaldığında etkisi azalıyor, bir araya geldiğinde ise çoğalıyordu. Bir akşamüstü hanın avlusunda toplanmıştık. Bayram:
"Arkadaşlar, biz sadece sohbet ediyoruz, kitap okuyoruz, bazen ihtiyaç sahiplerine yardım ediyoruz. Ama bunlar ferdi kalıyor. Neden bunları bir çatı altında toplamıyoruz?"
"Haklısın Bayram. Bir dernek kursak, insanlara hem ilim hem de umut taşıyabiliriz. Adalet, sabır ve tebessümü birlikte anlatabiliriz." diye cevapladı İbrahim.Sedat sessizce başını salladı: "Ama bu kolay olmayacak. Maddi imkânımız az, bize engel olmak isteyenler çok…"
O sırada elimi defter üzerine koydum ve: "Zor olması, doğru olmadığını göstermez. Bence derneğimizin adı “Kelâm ve Kalem Derneği” olsun. Çünkü söz, insana yolu gösteren ışıktır. Bizim kelâmımız hakikati anlatsın, insanların gönlüne huzur versin."
Dostlarımca onaylanınca o gece, derneğin ilk kararlarını aldık. Küçük bir oda kiraladık. Raflara bağışlanan kitapları dizdik ertesi gün, bir masa ve birkaç sandalye bulup işe koyduk. Kapının üzerine ise elimizle yazdığımız levhayı astık:
KELÂM VE KALEM DERNEĞİ – “Söz ve Kalem Hakikat için”
Dernek kısa sürede gençlerin uğrak yeri oldu. Kimi gelip kitap okuyor, kimi derse katılıyor, kimi de sadece sohbet ediyordu. Ben derslerde daha çok “hakkı aramanın bir ibadet olduğunu”, Bayram insanlara “ümidin neşesini”, Birol “ilimle düşünmeyi”, Sedat ise “sabır ve gayreti” anlatıyordu.
Bir gün bizi küçümseyenler için, "Bizim gücümüz büyük değil, ama niyetimiz samimi. Belki bu dernek küçük bir oda ile başladı. Ama unutmayın, her büyük yolculuk küçük bir adımla başlar." şeklinde konuştum.
**
Dernek daha geniş ve çok odalı bir mekâna taşınınca, her akşam ışıkları yanmaya başladı. Önceleri merakla bakan mahalle sakinleri, zamanla kapıdan içeri süzüldüler. Bayram, İbrahim ve Sedat küçük sandalyeleri dizip gençleri karşılıyor, ellerinde kitaplarla “okuma halkaları” kuruyorlardı.
Bir akşam manası çok vurucu bir cümle kullandım: “Bir tek hakikati anlamak, binlerce mal mülk edinmekten daha kıymetlidir.” Bayram, bu cümleye takıldı:
“Hocam, insanlar paranın peşinde koşarken biz onlara hakikatin peşinden koşmalarını nasıl anlatacağız?” Sedat gülerek ekledi:
“Bunu anlatmak için önce kendimiz yaşamamız lazım. Mesela ben dükkânda müşterilerle konuşurken küçük de olsa bir dürüstlük imtihanında, ‘Kelam ve Kalem Derneği üyesi’ olduğumu unutmayacağım.”
İbrahim, eliyle defteri karalarken, “Ben de çay ocağında derneğin masrafını çıkarmak için çalışacağım,” dedi. “Belki kazandığım az ama helâl para ile, derneğimizin bereketi artar.”
Dikkatle hepsini dinledim ve, “Bizim işimiz, gökyüzüne bakarken yeri de unutmamaktır. Tezat burada başlıyor işte. İnsan, ayağı çamura battığında göğe bakabilirse, işte o zaman hakkı bulabilir.”
O günden sonra Kelam ve Kalem Derneği’nin kapısında, üzerinde Ahmed’in yazdığı küçük bir levha asılı durdu:
“Tezat, her gün bize tebessümde. Yeter ki bakmasını bilelim.”
Mehmet Nuri Bingöl
Yorumlar
Kalan Karakter: