Ümmetin Ümitsizlikten Korunma Vesilesi: Hz. Mehdi (as)
İnsanlık tarihi boyunca zulüm ve fesat dönemleri hep olagelmiştir. İslam ümmetine verilen “zulmün yerini adaletin alacağı” vaadi, toplumsal moral ve umut kaynağıdır. Mehdi inancı, müminlerin geleceğe dair ümidini diri tutar ve ümitsizlik fitnesinden korur.
O, adalet özleminin sembolüdür dolayısıyla.
İslam’da adalet Allah’ın isimlerinden “Adl”in yeryüzündeki tecellisidir. Mehdi inancı, yeryüzünde zulmün yerine adaletin hâkim olacağı bir devri temsil eder. Bu yönüyle, sosyal adalet arayışının ilahî bir zemine oturduğunu hatırlatır.
Hak-batıl mücadelesinin sürekliliğini göstermektedir bu hakikat. Mehdi, dinin zahiren zayıfladığı, bid’atlerin ve zulmün yayıldığı bir zamanda ortaya çıkar. Bu durum, hak-batıl mücadelesinin kıyamete kadar süreceğini, fakat sonunda hakikatin galip geleceğini vurgular.
Ümmetin birlik ve diriliş idealinin bir çok yönden ümmetin inkişafıdır. Mehdi inancı, dağınık ve parçalanmış ümmetin tekrar toparlanabileceğine işaret eder.
Sünnî gelenekte ve bir kısmı manen mütevatir hadislerde ümmetin yeniden dirilişine ve ıslahına vesile olacak bir önder olarak kabul edilir. Mehdi için, kesin bir tarih ve mekân bildirilmediği için müminleri her zaman hazırlıklı, uyanık ve mücadeleci olmaya sevk eder. Böylece bu “bekleyiş” pasif değil, aksine dini yaşama, adaleti savunma ve zulme karşı direnme iradesini canlı tutar.
Evrensel bir hakikate işarettedir mehdiyyet hakikatı. Zulmün ve bozulmanın arttığı bir zamanda “ilahi bir kurtarıcı” beklentisi, yalnızca İslam’a has değildir. Bu, insan fıtratındaki adalet, barış ve hakikat özleminin cihanşümullüğünü gösterir. Mehdi inancı İslam’da, ümmetin zulüm ve buhran dönemlerinde ümit, diriliş ve adalet sembolü olarak hikmetlidir.
İman edenleri umutsuzluktan korur, zulme karşı sabır ve direnişi teşvik eder, ümmetin birlik ve ıslahına işaret eder. Aynı zamanda ilahî vaadin gerçekleşeceğine dair güveni gönüllerde pekiştirip imanları takviye eder.
**
Tasavvufta “Mehdi” yalnızca tarihî bir şahıs değil, aynı zamanda gönül dünyasında hakikatin dirilmesi olarak da yorumlanır. Bu "anlayıştan" dolayı, tasavvuf ehli kendi şeyhlerini o andaki mehdi diye görürler ve onunla "mübalağalarla rabıta" içine girerler.
İnsan kalbinde “nefsin zulmü” çoğaldığında, Allah’ın inayetiyle “hakkın nuru” galip gelir. İşte bu manada her müminin içinde bir mehdi dirilişi vardır tasavvufa göre. Sürekli bekleyiş, insanı uyanıklığa ve istiğfara yöneltir.
Ayrıca bu inanç, mürşid-i kâmil beklentisiyle de benzeşir: Hakikat yolunda insanı irşad edecek, doğruya yönlendirecek bir kılavuz arayışının temel alınması bundandır. Yani tasavvufî açıdan Mehdi inancı, kalpteki karanlığı yenme ve ilahî hakikatin yeniden hâkim olmasıdır.
Siyasi ve sosyal açıdan hikmetine bakarsak şunu göreceğiz: İslam tarihinde ümmet zaman zaman büyük çöküşler, istilalar ve parçalanmalar yaşamıştır (Moğol istilası, Haçlı seferleri, sömürgecilik dönemi gibi).
Böyle dönemlerde Mehdi inancı, toplumu dirilişe ve yeniden toparlanmaya hazırlayan bir ümit kaynağı olmuştur. Sünnî gelenekte doğrudan siyasî bir ideoloji değil, daha çok ümmetin moralini ve birliğini canlı tutan bir inançtır. Malum, sosyal açıdan Mehdi inancı, ümmetin geleceğe dair umudunu diri tutarak, zalimlik ve dalaletlere boyun eğmeme azmini pekiştirir.
Mevzunun tasavvufî yönü, kalpteki zulmü kaldırıp hakkın nurunu hakim kılmaktır. Sosyal yönü ise ümmete ümit, adalet özlemi ve birlik ideali vermektir.
**
Kur’an’da Mehdi isminin doğrudan geçmemesi hem işari hem de remzi olarak O'na (as) temas edilmediği manasına gelmez. Ümmetin zalimlerden kurtulacağına, adaletin yeniden tesis edileceğine dair ayetler gibi " Akibet müttakilerindir" ayetinin "münderacatında" bu da vardır.
Hadislerde ise Mehdi’den açıkça bahsedilir; malum ayetler de ulema tarafından “Mehdi’ye işaret eden” ayetler olarak yorumlanmıştır: “Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da şunu yazmıştık: Yeryüzüne ancak salih kullarım vâris olacaktır.” (Enbiyâ, 21/105)
“Allah içinizden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekilere verdiği gibi yeryüzünde hilafeti vereceğini vaad etti…” (Nûr, 24/55)
“Biz de o millete (zayıf bırakılanlara) lütfetmek, onları önderler yapmak ve onları mirasçılar kılmak istiyoruz.” (Kasas, 28/5)
Bu ayetler, Allah’ın zulmü ortadan kaldırıp adaletli kullarını hâkim kılacağına dair evrensel bir vaattir. Mehdi inancı bu vaadin bir parçası olarak görülmüştür.
Hadislerdeki mehdiye işaretler daha fazladır. Mehdi ile ilgili rivayetler hem Sünnî hem de Şiî hadis kaynaklarında mevcuttur. Sünnî hadis âlimlerinin çoğu bu rivayetlerin sahih olduğunu kabul eder.
“Mehdi benim ehl-i beytimdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder.” (İbn Mâce, Fiten, 34; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1, s. 376)
“Eğer dünyadan sadece bir gün kalsa, Allah o günü uzatır ve ehl-i beytimden birini gönderir. Onun ismi benim ismim gibidir. O, yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle doldurur.” (Ebû Dâvûd, Mehdi, 1; Tirmizî, Fiten, 52)
“Mehdi benim ümmetimdendir. Yedi yıl kalır. Yeryüzünü adaletle doldurur. Ümmet o zaman öyle bir nimete kavuşur ki, gök bolca yağmurunu yağdırır, yer bitkisini çıkarır.” (Hâkim, Müstedrek, c.4, s. 557)
Bu hadisler, Mehdi’nin ümmet içinde zuhur edecek bir şahsiyet olduğunu, adalet ve bereket devrini getireceğini bildirir.
**
ASRIN İman Müceddidi Bediüzzaman ise meseleye bir buut daha ekler: Şahs-ı Manevî.
Bediüzzaman’a göre Mehdi meselesi sadece tek bir şahısla sınırlı değildir. Mehdi, iman hizmeti vazifesini yaparken, mazide iman hizmeti yapmış bir eseri kendisine pişdar ( öncü) ve kaynak yapacaktır. ( STG, 12-13)
O, özellikle Risale-i Nur Külliyatı’nda Mehdiyetin bu asırdaki asıl vazifesini ümmetin imanını kurtarmak olarak tarif eder. Yani O, sadece bir kişi değil, iman hizmetine omuz verenlerin meydana getirdiği kolektif bir ruhla hareket edecektir..
Ona göre Mehdi’nin üç vazifesi vardır:
1. İman hizmeti:
En büyük vazifesi, imanı tahkim ve kurtarmaktır. Kendisinin sınırlı hakimiyeti döneminde bu vazifeyi tam tekmil yapamayacağından önceki bir eseri kaynak olarak icra edecektir
2. İslam birliği / Hilafet hizmeti:
İkinci vazife, ümmetin birliğini ve İslam kardeşliğini yeniden diriltmek. Bu da siyasî ve içtimaî yönü olan bir misyondur.
3. İslam medeniyetini ihya: Üçüncü vazife ise İslam medeniyetinin yeniden inşasıdır. Bilim, teknik, ahlak ve toplumsal düzenin Kur’an esaslarıyla yeniden yoğrulmasıdır. Bediüzzaman’a göre bu üç vazifenin ilki, yani iman hizmeti, çağımızda en öncelikli olandır.
Mehdi ve Risale-i Nur mevzuu da mühimdir ona göre. Said Nursî, Risale-i Nur’u ahirzamanın imana hizmet eden programı olarak görür. Mehdi’nin ilk vazifesi olan iman hizmetinin Risale-i Nur’da fiilen başladığını söyler. ( STG 12-13) Bu yüzden bazı talebeleri, Risale-i Nur’u “Mehdi’nin bir vazifesini gören eser” olarak gördüğünden müelliffinin "hatiat" şeklinde görmesine rağmen ona da mehdi demişlerdir, halbuki o " hidayet verici ( vesile olucu) manasında "bir nevi mehdilerdendir. ( Mektubat, 104 vd.)
Bediüzzaman’a göre ümmetin Mehdiyi beklemesi, ümitsizlikten kurtulma ve geleceğe güvenle bakmaları içindir. Ancak bu bekleyiş pasif bir seyir değil, aktif bir iman ve hizmet mücadelesi olmalıdır. Yani Mehdi’yi beklemek, “oturup bir kurtarıcı gelsin” anlayışı değil; şimdiden iman ve hizmet yoluna katılmaktır.
Mehmet Nuri Bingöl
Yorumlar
Kalan Karakter: