Türkiye’de bugün en düşük emekli maaşı 16-17 bin lira bandında. Bir yanda ömrünü çalışarak geçirmiş milyonlarca emekli, diğer yanda maaşı, ödenekleri ve sosyal haklarıyla toplam geliri 150-200 bin lirayı bulan milletvekilleri. Aynı ülkede, aynı fiyatlara, aynı pazara bakıyoruz; fakat satın alma gücü bambaşka iki dünyayı gösteriyor.
TOGG’a gelelim. En düşük model bugün bir milyon liranın üzerinde. Emeklinin bu aracı alabilmesi için maaşının tek kuruşunu harcamadan en az 5-6 yıl biriktirmesi gerekir. Bu, kira yoksa. Fatura yoksa. Market yoksa. İlaç yoksa. Yani hayat yoksa.
Oysa bugün emekli, pazarda domatesin kilosunu, elektrik faturasını ve kışlık kömür parasını düşünüyor. Emeklinin hayali otomobil değil, ayın sonuna nefesle ulaşmak.
Peki milletvekili? Aylık maaşı, ödenekleri, temsil giderleri, ulaşım kolaylıkları, lojman imkânları ve daha niceleri ile bir milletvekili maaşıyla TOGG almak, bir cep telefonu almak kadar zor değil. Hatta isterse aynı maaş döneminde arabasını değiştirip yine kenara para koyabilir.
Bir de emekli milletvekili var. Aktif görevi bitse bile yüksek düzeyde maaşla hayatına devam eder. Onun için TOGG almak bir hayal değil, "isterse" verilen bir karar.
İşte bu nedenle mesele sadece TOGG değil. Mesele gelir adaleti.
Bir ülkenin gerçek refah göstergesi, maaş bordrolarında değil; vatandaşın yaşam kalitesindedir. Eğer bir milletvekiliyle bir emekli arasında uçurum varsa, orada kalkınmadan değil, dengesizliğin kurumsallaşmasından söz ederiz.
TOGG büyük bir teknolojik adım olabilir. Ülkenin gururu olabilir. Fakat asıl gurur, bu ülkenin emeklisinin de o direksiyona geçebildiği gündür.
Soru açık:
Bir emekli, torununa harçlık verirken iki kez düşünüyorsa; nasıl araba düşünsün?
Cevap ise rahatsız edici, ama gerçek:
Sorun hayallerde değil, hayatın matematiğinde.
Asıl tartışmamız gereken şey budur.
Harmandalı’daki Tehlike
İzmir’in Çiğli ilçesinde yıllardır süren Harmandalı Çöp Depolama Tesisi krizi, artık “çevre sorunu” olmaktan çıkıp bir felaket habercisine dönüşüyor. Danıştay’ın kapatma kararına rağmen faaliyetlerini sürdüren tesis için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 31 Aralık’a kadar “geçici izin” verdi. Ancak bu geçici izin, aslında büyük bir riski daha ileri bir tarihe ertelemekten başka bir şey değil.
Bugün görmezden gelinen Harmandalı, yarın İzmir’e çok daha ağır bir bedel ödetebilir. Çöp dağları büyüyor, metan gazı birikiyor, toprak ve yeraltı suları kirleniyor. Bu tablo, sadece bir çevre kirliliği değil; can güvenliğini tehdit eden bir bomba halini aldı.
Yetkililerin birbirini suçladığı, “biz değil, onlar sorumlu” dediği bu çekişme, aslında İzmir’in geleceğini karartıyor. Kriz kalıcı şekilde çözülmezse, olası bir facianın ardından ne hükümet, ne belediye, ne de milletvekilleri bu sorumluluğun altından kalkabilir.

Kimse unutmasın: Ümraniye faciası da bir gün ansızın yaşandı.
28 Nisan 1993’te İstanbul Ümraniye’deki Hekimbaşı çöplüğünde biriken metan gazı patladı, 39 kişi yaşamını yitirdi, 12 kişi kayboldu.
O gün alınmayan önlemler, onlarca insanın canına mal oldu.
Bugün Harmandalı’nda benzer bir tablo oluşuyor. 1992’de geçici olarak kurulan tesis, aradan 30 yılı aşkın süre geçmesine rağmen hâlâ kentin çöpünü taşımaya devam ediyor. Kapasitesini aşmış, teknik ömrünü doldurmuş, çevre sağlığını tehdit eden bir merkez haline geldi.
İzmir’in artık “geçici çözümler” değil, kalıcı bir atık yönetim politikasına ihtiyacı var. Bu sadece yerel yönetimin değil, merkezi hükümetin ve tüm İzmir milletvekillerinin ortak sorumluluğudur.
Harmandalı meselesi siyasi bir tartışma değil, insan hayatını ilgilendiren bir güvenlik sorunudur.
Bugün harekete geçilmezse, yarın bu ihmalkârlığın bedelini sadece siyasetçiler değil, İzmir halkı ödeyecek.
Ve o zaman artık çok geç olacak.
Son söz:
Harmandalı’nın faturası İzmir’e ağır olur…
Hem çevresel, hem insani, hem de vicdani.
Yorumlar 1
Kalan Karakter: