“Ölüler, dirilerin her gün helva yediğini sanırmış...”
Derin, dokunaklı ve bir o kadar da günümüze cuk oturan bir söz. Zira bugün, Türkiye'de milyonlarca emekli ay sonunu nasıl getireceğini düşünürken, bazıları helvayı da, kaymağını da fazlasıyla yiyor.
Önce birkaç rakamla başlayalım…
2025 Temmuz zammı sonrası en düşük SSK/Bağ-Kur emekli maaşı 16.881 TL oldu. Çok mu? Bugünkü pazarlarda bir file bile doldurmuyor. Bir emekli maaşıyla hem kira, hem fatura, hem ilaç hem de gıda masrafı karşılanmaya çalışılıyor. “Yetmiyor” değil, “Yok” artık.
Ama Meclis’e uzandığımızda tablo bambaşka...
2025 itibarıyla emekli bir milletvekili ortalama 149 bin TL maaş alıyor. Eğer hem aktif vekil hem de emekliyse toplam aylık gelirleri 379 bin TL’ye kadar çıkabiliyor.
Evet, yanlış okumadınız: Üç yüz yetmiş dokuz bin lira!
Milletvekilleri hâlâ Meclis lokantasında üç kuruşa yemek yiyor. Üstelik bu sosyal imkanlardan sadece kendileri değil, aileleri de yararlanıyor. Uçurum artık rakamla değil, yaşamla ifade ediliyor. Onlar için doğalgaz faturası bir ekran görüntüsünden ibaret, ama emekliler için o faturanın rengi bile artık korkunun tonu.
Tıpkı orman yangınlarından sonra sarf edilen, şu alışıldık ve soğuk cümle gibi:
“Can kaybı yok…”
Ne demek can kaybı yok?
Ağaçlar yandı, börtü böcek yok oldu, toprak kavruldu, kuşlar, kelebekler, sincaplar… hepsi kül oldu. Bu topraklarda yaşamın ta kendisi yok oldu. Can dediğimiz sadece iki ayak üzerinde yürüyen varlık mıdır?
Tıpkı “emekli” deyince akla sadece bir sayı gelmesi gibi. Oysa her bir emekli; bir geçmiş, bir birikim, bir onur demek. Ama biz sayılara sıkıştık.
Bugün en düşük emekli maaşı, emekli bir vekilin maaşının sadece dokuzda biri.
Bir emekli vatandaşın maaşıyla, bir milletvekili Meclis’teki lokantadan 15 yıl yemek yiyebilir.
Bunu görmezden gelenlerin, “biraz sabır, biraz fedakârlık” diyenlerin, her sabah helva yiyip de açları unutanların vicdanına sesleniyorum:
Eğer bu ülkede adalet arıyorsak, önce sofralarda başlamak gerek.
Çünkü adaletin olmadığı yerde ne demokrasi, ne sosyal devlet, ne de umut kalır.
Helva çoktan pişti…
Ama bazıları hâlâ ocakta yangın yok sanıyor.
________________________________________
Bu yazı, halkın vicdanından dökülen kelimelerle yazılmıştır.
Yorum sizin, gerçek hepimizin.
Dilenci Belediyeciliği mi, Bağış Belediyeciliği mi?
“Bedava peynir sadece fare kapanında olur.”
Bu söz, Karşıyaka Belediye Başkanı Yıldız İşçimenler Ünsal’ın yaptığı açıklamayla yeniden anlam kazandı. Başkan, belediyede sadece iki adet siyah plakalı çöp kamyonu olduğunu söyleyip “çöp kamyonu bağışı” çağrısı yaptı. Üstelik sadece Bakanlığa değil, eşe dosta da seslendi:
"Yardımınıza ihtiyacımız var."
Açık konuşalım: Bu bir itiraftır. Bu, yönetememenin, planlamamanın, bütçe beceriksizliğinin açık ilanıdır. Belediyeyi yönetmeye talip olan bir başkan, halktan “yardım” istiyorsa orada artık yöneten yok, bahane üreten vardır.
Daha vahimi:
Bağış adı altında kimden ne isteniyor? Kim ne veriyor, karşılığında ne bekliyor? Çöp kamyonu veren bir “hayırsever” yarın imar izni istemeyecek mi? Parka kendi adını yazdırmak istemeyecek mi? Belediyecilik böyle mi olur?
Bu yöntem, belediyeyi halkın değil, “bağışçıların” hizmetine sunmaktır. Kamusal gücü kişisel ilişkilere teslim etmektir. Bu, sosyal belediyecilik değil; siyasi dilenciliktir.
Unutmayın: Bağışın adı ne olursa olsun, her alınan kamyonun bir faturası vardır.
Ve o fatura, bir gün halka çıkar.
Yorumlar 3
Kalan Karakter: